Cam Kırıkları Gibidir Bazen Kelimeler...
Ancak yazmaya devam ettikten sonra karşılaştığım bazı konular, tecrübeler ve yazı yazmak isteyenleri teşvik etmek amacıyla “yazmanın önemi ve faydası” üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.
Mustafa ALTINSOY
-Cam Kırıkları Gibidir Bazen Kelimeler...
Değerli dostlar; kamuoyu önünde yeni yazmaya başlayan birisi olarak, yazmak üzerine kalem oynatmanın henüz erken olduğunu ben de düşünüyorum. Ancak yazmaya devam ettikten sonra karşılaştığım bazı konular, tecrübeler ve yazı yazmak isteyenleri teşvik etmek amacıyla “yazmanın önemi ve faydası” üzerine birkaç kelam etmek istiyorum.
Her ne kadar kamuoyu önünde yeni yazmaya başlasam da fakülteden mezun olduğum 1987 yılından sonra günlüklerimi ajandalarıma yazıyor, notlar alıyordum. O ajandalar ve günlük tuttuğum defterlerin hepsini gözden geçirme fırsatım olduğunda mevcut hatıralardan, aldığım notlardan geçmişe ışık tutacak epey malzeme çıkacağını gördüm. Fakat insan, “kamuoyu önünde görücüye çıkacağını bilerek yazmanın ayrı bir disiplin gerektirdiğini, yazmanın çok kolay olmadığını, bunun için çok kuvvetli bir irade ve disiplin gerektiğini” yazdıkça yakından görüp müşahede ediyor.
Bu nedenle erken yaşta başlayıp uzun yıllardan beri yazan arkadaşları özellikle tebrik ediyorum. Çünkü onlar, bu mecraya erken atılıp tecrübe kazanıyorlar. İlk başlarda fazla kabul görmeseler bile daha sonrası için bu yazıların çok faydalı olacağı hepimizin malumudur. Özellikle genç arkadaşlar yolun başındayken, kimsenin ne dediği çok umurunda değilken, deneyerek daha iyi sonuca ulaşma ihtimalleri yüksek olduğundan dolayı yazmalarında büyük faydaları var. Çünkü yaş ilerledikçe, kariyer arttıkça “Acaba yazdıklarıma ne derler?” endişesiyle insanların yazmama ihtimali daha çok artıyor.
Profesyonelce yazmayı meslek edinmiş, ustalaşmış kalem erbabı da ilimlerinin zekâtı olarak yeni yazmaya başlayanları teşvik edip onlara kılavuzluk etmeli. Çünkü yazmak disiplin gerektirdiği için sonuna kadar götüremeyip, yarı yolda dökülenler mutlaka olacaktır. Elbette elektrik mühendisi olduysanız herkesin ampulünü takmak zorunda değilsiniz, ancak basit taktikler vererek, yazma azim ve kararlılığında olanların elinden tutup sonuna kadar devam etmelerine, yani ampulü takmalarına yardımcı olmak gerekir diye düşünüyorum.
YAZMAK GÜZEL İZLER BIRAKMAK...
Yazmak için şüphesiz birçok sebep var. Ancak bana göre başlıca iki sebep, yazmak için yeterli. Bunlardan birincisi kendini yetiştirmek, ikincisi toplumun geleceğine uzun vadede mesaj göndermektir. Yazmanın insana/insanlığa faydasının dışında en büyük faydası yazanın kendisine oluyor. Çünkü daha çok araştırıyor, olaylara daha farklı bakmaya başlıyorsunuz. Okuduğunuz her makalenin, dinlediğiniz her konuşmanın nerede, nasıl kullanılacağı ya da kendi görüşleriniz doğrultusunda neler yapılabileceğini tasavvur edip düşünmeye başlıyorsunuz. Yazmak, öz denetimin en iyi yoludur. İç dünyaya nizam verir. Fikirleri düzenlemeye yardım eder. Yani yazmak, aynı zamanda kendini disiplin altına almayı da beraberinde getiriyor..
Yazarken her şeyi söylemeniz de mümkün olmayabilir. Oğuz Atay’ın dediği gibi “Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler, ağzına dolar insanın, sussan acıtır, konuşsan kanatır.” Bazen de yazılar, “Okunsun diye değil, mesajınız bir yerlere ulaşsın ve dokunsun diye yazılır.” Çünkü şimdi okuduğumuz hatıralar hem geçmişi anlamaya hem de geleceğe projektör tuttuğu gibi sizin yazılarınız da gelecek yıllarda geçmişte yaşananlara ışık tutacaktır. Sadece yazar olmak için değil, hayallerinin peşinden gitmek isteyenler, söyleyecek sözü olanlar; güzel izler bırakmak, kendini geliştirmek, hedeflerini gerçekleştirmek isteyenler de yazı yazabilir.
BAHANEYİ BIRAK, ENDİŞELENME : YAZ
Bazı insanlar “Boş ver, yazsan ne olacak!” düşüncesiyle yazmaktan vazgeçerken bazıları da “Yazarsam acaba nasıl bir eleştiri alırım, bu adam bunu nasıl yazar?” ya da “Bu yazı buna yakıştı mı?” gibi düşüncelerle yazmaktan vazgeçiyorlar. Bazıları “Yazarsam seviyem ortaya çıkar.” diye yazmazken, kimisi “Acaba ben yazarsam ne derler? Bunu nasıl yazmış!” diyerek akademik endişelerle yazamaz. Bazıları devlet memuru olduğu için çekinir, “Yazarsam beni bir yerlere getirmezler.” düşüncesiyle yazdığı yazıların ileride önüne konulacağını düşünerek yazmaz.
Kimisi de devlet ve ortam hazır değil diye yazmaz, yazamaz. Nitekim Münevver Ayaşlı’nın “İşittiklerim… Gördüklerim…Bildiklerim…” adlı kitabında Cumhuriyetin ilk yıllarında, önemli görevlerde bulunmuş kişilerin bu endişelerle yazmadıklarından bahsetmektedir. Bazıları da edebiyat yapacağım derken kendini kasar, işin içinden çıkamaz. Dolayısıyla birçok önemli bilgi, hatırat ve yetenek daha piyasaya çıkmadan kendini denemeden, yeteneklerini ortaya koymadan korkuları içinde heba olup giderler.
Kimi insanlar da, ifrat derecesindeki mükemmellik beklentileri yüzünden kısır kalmış, hiçbir şey üretememişlerdir. “Mükemmel olayım da öyle yazarım” dersen asla yazamazsın. Kimse yazamaz. Kim mükemmel ki? Bana göre; okuduğu ve yeteneği olduğu halde yazmayanları, sosyal medyada herkesi takip edip hiçbir görüş bildirmeyen, biraz da kendinde özgüven olmayan kişilere benzetebiliriz.
YAZMAK UZUN BİR YÜRÜYÜŞTÜR
Yazmak, tarihe not düşmek olduğundan, yeni yazmaya başlayan bir arkadaşınız olarak herkesi yazmaya davet ediyorum. “El âlem ne der” anlayışını bir kenara bırakarak “Şerre fren, hayra teşvik olmak” için elimizden geldiği kadar yazmakta fayda var. Kalemin silahtan daha güçlü ve etkili, kültürün toplumu etkileyen en önemli faktör olduğunun bilinciyle yazmak için şartlarımızı zorlamamız gerekir diye düşünüyorum.
Yazmak aynı zamanda bir cesaret işidir. Bizler konuşmayı sever ama yazmayı pek sevmeyiz. Yazmak zanaattır ve çok önemli bir meziyettir. Yazmak sabretmektir. Direnmektir. Üstat Nuri Pakdil “Yazmak uzun bir yürüyüş.” der. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığı, bünyesinde kitap yazan, derleme yapan, edebiyat ve sanat eserleri kaleme alan öğretmenleri mercek altına alarak onları takdir etmeli, ödüllendirmeli. Çalışmalarını değerlendirmeli ve güzel örnekler olarak sunarak, eğitimcilerimize model olarak takdim etmelidir. Bu tür çalışmalar yapan öğretmen arkadaşlarımıza ek puanlar vererek bu günlerde tartışılan “Eğitimde kariyer basamakları” kapsamında da değerlendirilmelidir.
Yazar, yazıları yayınlanmasa da sürekli yazan insandır. Biliyorsunuz okumak ve yazmak türkülerimize konu olmuştur. “Ben severim okuyanı yazanı” veya “Hem okudum hem yazdım” diye başlayan türkülerimiz vardır. “Yazar olmak istiyorum, ne tavsiye edersiniz?” diyenlere “Halk edebiyatı eserlerinden beslen, bol bol türkü dinle” diyen üstatlarımız olmuştur.
YAZARLIĞIN ONDA DOKUZU EMEK...
Öncelikle ajandanıza veya cep telefonunuza kısa notlar alarak, günlük tutarak işe başlayabilirsiniz. Yaşanmış olayları, kayda değer hatıraları yazabilirsiniz. Cep telefonunuz ve bilgisayarınıza bir yazma sistemi kurarak, sesli notlar alıp bunları müsait olduğunuzda, akşamları yazı dilinde okunacak şekle getirebilirsiniz. Bu süreçte yazdıklarınızı alıştırma gibi düşünün. Yazıların mükemmel olmasını beklememek lazım. Bu beklenti; yazanı kısır bırakır, atalete mahkûm eder, üretmeyi engeller.
“Kısa yazılar yazarak başla. Fakat yanlış anlama! Kısa yazılar yazmak daha kolay değildir. Tersine, metin kısaldıkça yazı zorlaşır. Kısa yaz dememin başka nedenleri var… Kısa zamanda yazabilirsin ve onları tashih etmeniz daha kolay olur. Hatalarını daha net görür, düzeltirsin. Bu yazılar iyi birer deneyim olur. Başarılı olamadığın zaman, uzun bir yazıda olduğu kadar üzülmezsin.” (Yazar Olmak İstiyorum, Ömer Sevinçgül)
Bazen güzel, en güzelden daha güzeldir. En güzel için güzeli kenara atma! En iyiyi ararken iyiyi ihmal etme. Daha iyi yazmaya, her yazışta kendini bir adım geride bırakarak ulaşabilirsiniz. Eğer yazma gayesi ile yola çıkarsanız bir süre sonra elinizdeki bütün notlar, kafanızda önce fikre daha sonra yazıya dönüşüyor. Yani rotasını bilen bir gemiye bütün rüzgârlar yardım ediyor.
Sakın işim çok, zaman bana yetmiyor, deme! Yetiremiyorsan, ya zamanını planlamıyor ya da kendine söz dinletemiyorsun demektir. Beni yazmaya teşvik eden ve cesaret veren bir kitapta rastladığım aşağıdaki cümleler oldu. “Bir duyguyu, bir düşünceyi sen yazmamışsan, yazılmış saymamalısın.” Çünkü hiç kimse birebir yaşamıyor senin yaşadıklarını. Kendini önemsemeli, sana özgü duygularını, düşüncelerini, izlenimlerini kayda geçirmelisin. Sen kendini önemsemezsen kimse önemsemez.
Okumak ve yazmak bir bütünün iki parçası, bir paranın iki yüzü gibidir. Bu nedenle yazmak için iyi okuyucu olmak gerekir. Okumak, yazmanın çocuğudur derler. Okumanın kayıt altına alınma şekline yazmak denir. Tabi söz, insanı sorumlu kılar. Yazılı sözün vebali daha da büyüktür. Çünkü kalıcıdır, daha çok insana ulaşır. Kalemden çıkacak her kelimenin hesabının verileceğini de düşünmek lazım.
Diyelim ki çabaladın, yazar olamadın. Bu dünyanın sonu değil? Hayatın bir sanat eseri olsun. “Yazarlık sanatının onda biri yetenekse onda dokuzu emektir, çiledir, alın teridir.” Genç birisi Ahmet Haşim’e yazdığı şiirlerini götürmüş. O da bakmış, fazla beğenmemiş ama genci de kırmamak için; “Bunları kenara koy, meşhur olduktan sonra yayınlarsın.” demiş. Sizin de yazdıkça yetenek ve deneyim kazanacağınızdan şüpheniz olmasın. Kalın sağlıcakla…
Kaynaklar:
1. Yazar Olmak İstiyorum, Ömer Sevinçgül
2. Okumak Yazmak ve Yaşamak, Arthur Schopenhauer