Anadolu Şehirleri ve Metropol Şehirler
“İnsanın hikâyesi biraz da coğrafyasının hikâyesidir. Dağlarda yetişmişse gönlü geniştir, ufku derindir, sözünün tesirini kestirebilir ve isabetlidir tahminleri. Düz ovada yetişmişse biraz düzdür o insan. Köyde yetişmişse sözü dolaylıdır, sözlerinden çok
Mustafa ALTINSOY
-“İnsanın hikâyesi biraz da coğrafyasının hikâyesidir. Dağlarda yetişmişse gönlü geniştir, ufku derindir, sözünün tesirini kestirebilir ve isabetlidir tahminleri. Düz ovada yetişmişse biraz düzdür o insan. Köyde yetişmişse sözü dolaylıdır, sözlerinden çok imaları gelişmiştir, az bozulmuştur. Şehirde yetişmişse hayata odaklanmıştır, bencildir, görüşü ve hayatı dardır.”(1)
Yukarıdaki tahlilden yola çıkarak ömrünün yarısını Anadolu şehirlerinde yarısını da metropol şehirlerde yaşamış birisi olarak karşılaştığım hadiseler, gözlemler ve muhtelif örnekler zihnimde bazı ipuçlarına ve kabullere dönüştü. Bu yaşam biçimleri ve yaşam anlayışları üzerine oluşan tecrübelerimi ve genel kanaatlerimi aktarmak istiyorum. Aktaracağım örneklerde bazı genellemeler ve kabuller bulunabilir. Genellemeler, kolaya kaçış ya da bazı kabulleri zorlayıp kendimizi rahatlatıyor olabilir. Ancak hepimiz biliyoruz ki, bütün genellemeler kesin doğrular olmayabilir. Özellikle sosyal bilimlerde ve sosyolojik olaylarda genel kabuller yanlış değerlendirmelere yol açabilir.
Erzurum’da yaşarken İstanbul’dan bir arkadaşım geldiğinde bir vazife anlayışıyla onunla yakından ilgilenmeye çalışırdım. Gerekirse havaalanından alıp yemeğe götürür, şehrin tarihi turistik yerlerini gezdirirdim. İmkânlarım ölçüsünde evimde misafir edip birkaç günümü ona ayırırdım. Erzurum’dan giderken de bir Oltu taşı tespih, bir çerçeve de bal hediye edip uğurlarken de “Kardeş kusurumuza bakma” diye helallik diler, memnun göndermeye çalışırdım. Anadolu’da genel yaklaşım böyledir ve halen az da olsa aynı gelenek devam ettirilmeye çalışılıyor.
Ancak İstanbul’a gittiğim zaman aynı arkadaşlardan birisiyle karşılaştığımda aynı ilgiyi göremediğim gibi “Hoş geldin, nasılsın, ne zaman geldin” gibi klasik cümlelerden sonra “E, hadi görüşürüz” diyerek beni orada öylece bırakırdı. Bu durum benim çok zoruma giderdi. Ancak İstanbul’a taşındıktan sonra gördüm ki İstanbul’da Anadolu şehirlerindeki gibi aynı ilgiyi göstermek görmek mümkün değil, onu anladım. Ancak geçiştirecek şekilde davranılmasını doğrusu aklım almadığı gibi hala zoruma gidiyor. En azından çay içecek kadar 5-10 dakikasını ayırabilir diye düşünüyorum
Bu durum büyük şehirden küçük şehre doğru; ilden ilçelere, ilçelerden köye doğru gittikçe aynı şekilde tezahür ediyor. Yani küçük yerler her zaman cömert davranır, ikram eder. Ama tersine oradan daha büyük yerlere gittiğinde geleni gideni çok olduğu için ister istemez aynı ilgiyi gösteremezsin, göremezsin. Ancak yine de bahanelere sığınmadan elimizden gelen bir ikram varsa bundan imtina etmemek lazım.
Anadolu şehirlerinin kendine has bir kültürü bu davranış biçimi vardır. Anadolu şehirleri daha homojen bir yapıya, birbirine yakın kültürel birikime sahiptir. Büyükşehirde çok farklı kültürlerden beslenmiş, daha karmakarışık demografik ve kültürel yapısı farklı insanlarla bir arada yaşamak durumunda kalabilirsiniz. Dolayısıyla insanların birbirlerine irtibatı ve kaynaşması ya hiç olmuyor ya da zaman alıyor.
Büyükşehirler buz pisti gibi. Herkes bir koşturmacanın peşinde. İstanbul’da birini iş yerinde ziyarete gittiğinizde “Hayırdır, niye geldin?” der gibi bakarlar. Bu kadar koşturmacanın içinde her geleni mutlaka bir şey isteyecek şeklinde görürler. İnsanlar menfaati yoksa niye birbirini ziyaret etsin ki? diye düşünürler.
Küçük şehirlerde metropol şehirlere göre nispeten sakin bir hayat yaşanır. Varlığınız hissedilir. Bir iş yeri açarsınız belli olur. Bir seminer, bir sosyal faaliyet olsa haberiniz olur. Ancak büyükşehirlerde birçok faaliyetten pek haberiniz olmadığı gibi o kadar koşturmaca içinde sosyal faaliyetler aklınıza bile gelmez.
Ancak, Büyükşehirlerde insanlar uzun süre trafikte kalmaya alışık oldukları için daha sabırlı tahammüllü ve daha olgun davranıp hoşgörülü olabiliyorlar. Küçük şehirlerde gideceği mesafe kısa olduğundan gideceği yere hemen ulaşmak istediği için trafikte daha sabırsız, asabi, kontrolsüz ve aceleci olabiliyorlar.
KÜÇÜK ŞEHİRLERDE GÖKTE AY GİBİSİNİZ HER AN FARK EDİLİRSİNİZ
2005 yılında Erzurum’dan göç ederken İstanbul’daki arkadaşlardan İstanbul’a taşınmanın artıları ve eksileri hakkında fikirler almak istiyordum. Her biri farklı fikirler söylüyor, kimi iyi olur, kimi kötü olur derken bir arkadaşın değerlendirmesi bana ilginç geldi. Dedi ki, “Sen Erzurum’da gökte, güneş ve ay gibi görünürsün, varlığın belli olur. İstanbul’a gelirsen Büyükşehir’de yıldızlardan bir yıldız olarak kalırsın. Binlerce yıldız içinde varlığın fark edilmez. Mesela, Erzurum deyince bizim aklımıza sen geliyorsun, bir işimiz olursa hemen seni arıyoruz, sana havale ediyoruz. Erzurum’a geldiğimizde seni arıyoruz. Ama İstanbul’a geldiğinde muhtemelen çok görüşemeyeceğiz. Belki de aklımıza bile gelmeyeceksin. Çünkü senin gibi burada binlerce yıldız var.” Nitekim öyle de oldu. İstanbul’a gittikten sonra bu arkadaşımızla Erzurum’daki kadar görüşemedik.
Büyükşehir yaşantısının açmazlarından biriside dostluklar ve ilişkilerin genelde aileden bağımsız olarak bireysel yürütülmesi. İlişkiler karşılıklı menfaatler ve tanışıklıklar veya iş ve işyeri tanışıklıkları üzerine kurulu. Dolayısıyla tanıştığımız bir insan vefat edince ondan sonra irtibatlı olacağınız kimse kalmıyor. Her şey birden kopuyor. Kime başsağlığı vereceğinizden tutun da bundan sonra bu arkadaşın çevresi ilgili nasıl bir diyalog geliştireceğiniz konusunda sıkıntılar çekiyorsunuz.
“Günümüz yeni şehirleri modern hayatın haz ve hız anlayışına ayak uydurmak için adeta insanı değil de maddeyi ve mekânı yücelten, doğaya ve fıtrata savaş açan, sokakları insanlar ve diğer canlılar için değil araçlar için yapılan, kuş ve rüzgâr sesleri yerine makine ve müzik gürültülerinin duyulduğu yerleşimler olmuştur. Modern insanın hayalinde ise hep fıtratın sesi olan huzurlu, sakin, iki katlı bahçeli evler yer almaktadır.” (2)
Büyükşehirlerde yaşanan bu türden güçlüklerle baş etmede başarılı olmamız için öncelikle aile yapımız sağlam ve aile içi iletişim güçlü olmalı. Yaşanan her türlü tahribata karşı ancak aile yapımızı güçlü tutarak mücadele edebiliriz. Savunma üssümüz ailemizdir, akrabalıktır, dostlarımızdır, aldığımız eğitimdir, manevi dinamiklerimizin güçlü tutulmasıdır. Büyükşehir hayatında geleneksel usuller de tedavülden kalktığı için yaşanılan zorluklara karşı aile kendince başa çıkma yolları bulma gayreti içerisine giriyor. Doğal ebeveyn yerine; psikolog, psikiyatrist, eğitim-aile danışmanı vs. bir uzmana gidip yardım alma ihtiyacı duyuyor.
“Büyükşehirlerde eğitim öğretim faaliyetlerinin özel zorlukları bulunduğunu zaten biliyoruz. Anne babanın her ikisinin de çalışıyor olması, servis, toplu taşıma, özel araçla okula bırakma, trafiğin yoğunluğu, düzensiz beslenme, kış günleri karanlıkta yola çıkmanın sakıncaları, akran problemleri, şehrin güvensizliği, dijital tehlikeler, özel ders ve dershane türü destek eğitimleri ve tüm bunların yaşattığı stres…” (3)
Köyde ya da ufak şehirlerde birbiriyle geçinemeyenler Büyükşehirlerde Kimliği kaybetmeme adına kendilerine sığınak bir çatı oluşturma adına hemşeri, köy dernekleri kurarak örgütlenmeye çalışırlar. Böylelikle varlıklarını devam ettirmeye çalışarak hem dış dünyayla hem de birbirleriyle dayanışma ve rekabet halinde bulunurlar.
Kırsal kesimlerde insanlar devletin yapmış olduğu gerek işsizlik ödeneği gerek tarımla ilgili sosyal katkılardan ve desteklerden dolayı daha rahat davranıyorlar. Küçük şehirlerde daha çok küçük yatırımlar, ev almak, araba modelini yenilemek için gayret içinde oldukları görülüyor.
Küçük şehirlerin manevî büyükleri, sessiz tanıkları vardır. Onlar aramızda dolaşırlar ama bunların genelde farkında olmayız. Onlar yıldızlar gibi ay ve güneş gibi parlarlar. Halkın gözü önündedirler. Onlara bakıp imrenen insanlar, onları örnek almaya çalışır.
Büyükşehirlerin zenginleri gibi Anadolu şehirlerinin de zenginleri ve köklü aileleri vardır. Siyasette dengeler değişse de onların konumları değişmez. Her dönem iktidarda kalırlar. Bu ailelerden bazıları siyasi iktidarlara göre konum alıp şehrin rantını kontrol ederken bazıları şehrin onurunu, itibarını temsil eden yerli, oturaklı aileler olabilirler.
PEKİ, NERESİ BÜYÜKŞEHİR NERESİ KÜÇÜK ŞEHİR?
Bana göre İstanbul, Ankara ve İzmir dışında büyük ve metropol şehir yok diye düşünüyorum. Çünkü yakından tanık olduğum, kadarıyla büyükşehirlerde pek belli olmayan ama Anadolu şehirlerinde etkin olan şehrin kanaat önderleri, kendine göre lobisi, büyükleri, önde gidenleri, ağababaları vardır. Onlar her zaman şehirde devlet idarecilerini geçici görüp, şehri yönetmek, şehirde etkin olmak isterler.
Peki, nerede yaşamak isterseniz? diye sorarsanız, “Nerede iyi bir yaşam tarzınız ve düzeniniz varsa, nerede mutluysanız orası en güzel yaşanacak yerdir.” . Bazen büyük şehirlere sığmayız, bir küçük şehir kasaba ya da köy bizi kucağına alır. Bazen de tam tersi olur.
Şüphesiz Anadolu şehirleri ile metropoller arasındaki farklılıklar bu kadar değil. Ben sadece bir makale sınırları ölçüsünde düşünmek için bir kapı açmaya çalıştım. Sizlerin de mutlaka ilave edeceğiniz tespitler olacaktır.
29 Ağustos 2023
------------------------------------------------------------------------
- Prof. Dr. İsmail Aydoğan
- Uzm. Dr. Selahaddin SEMİZ, https://insicam.net/2023/01/04/bir-medeniyet-projesi-olarak-irfan-sehirleri-hikmetli-sehir/
- Prof. Dr. Ahmet Emre Bilgili, 02 Aralık 2022, Büyükşehirlerde Veli Olmak