13 Temmuz 2023 - Perşembe

MAARİF ADAMI MUSTAFA USLU İLE OKUMAK, YAZMAK, EDEBİYAT VE HAYAT ÜZERİN

Evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanmış eserleri şunlardır:

Yazar - Mustafa ALTINSOY
Okuma Süresi: 24 dk.
400 okunma
Mustafa ALTINSOY

Mustafa ALTINSOY

-
Google News

MAARİF ADAMI MUSTAFA USLU İLE OKUMAK, YAZMAK, EDEBİYAT VE HAYAT ÜZERİNE RÖPORTAJ

Mustafa USLU: Uşak-Eşme doğumlu. DEÜ Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü mezunu. 1988’de öğretmen olarak göreve başladı. Resmi okullarda öğretmen ve yönetici, Birikim ve Devran kolejlerinde öğretmenlik yaptı. Bir ara İstanbul Valiliği Türk Dünyası ve Akraba Toplulukları Koordinatörlüğünde çalıştı. İstanbul İl Millî Eğitim Müdür Yardımcılığı görevinde bulundu. Pek çok projenin yapım ve uygulama sürecini yönetti. Edebiyat, eğitim, inceleme, araştırma, biyografi, derleme, hikâye türlerinde kitapları ile çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları bulunuyor. Evli ve iki çocuk babasıdır. Yayınlanmış eserleri şunlardır:

1- Ansiklopedik Türk Dili ve Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, 2- Anne-Baba Rehberi (3 Cilt), 3- Şiirden Şuûra (Bercesteler), 4- Meselâ Hayat (Hikâye), 5- Bahar Gelince (Hikâye), 6- İstikamet (Hikâye), 7- Hâlimiz Budur (Hikâye), 7- Aşk Yolcusu (Hikâye), 8- Yunus Emre / Gönlüm Düştü Bir Sevdaya, 10- Hakkın Sesi Mehmet Âkif, 11- Milletin Sesi İstiklâl Marşı, 12- Cümle Kapısından Kalbe Girmek / Ölçüler ve Hikmetler (Derleme), 13- Cümle Kapısından Kalbe Girmek / Öğütler ve Düşünceler (Derleme), 14- Anadolu’nun Kandilleri / Hoca Ahmet Yesevî, 15- Anadolu’nun Kandilleri / Mevlâna, 16- Anadolu’nun Kandilleri / Yunus Emre, 17- Anadolu’nun Kandilleri / Ahi Evren, 18- Anadolu’nun Kandilleri / Hacı Bektaş Velî, 19- Anadolu’nun Kandilleri / Akşemseddin, 20- Anadolu’nun Kandilleri / Azîz Mahmûd Hüdâyî, 21- Anadolu’nun Kandilleri / Nasreddin Hoca, 22- Anadolu’nun Kandilleri / Hacı Bayram Velî, 23- Anadolu’nun Kandilleri / Şeyh Edebâli, 24- Fatih Sultan Mehmet Han / El-Muzaffer Diama

Eğitimci – Yazar Mustafa Uslu ile 2009 yılında İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğünde mesai arkadaşı olarak tanıştık. İkimiz de Dr. Muammer Yıldız’ın İl Millî Eğitim Müdürlüğü döneminde İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı olarak göreve başlamıştık. Kendisinin mütevazı, samimi, gayretli, anlamlı, hassas ve derin duruşu nedeniyle kısa sürede kaynaştık. İlişkilerimiz yıllarca devam etti. Ben bir kaç ilde İl Millî Eğitim Müdürlüğü görevi yapmış olmam vesilesiyle Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde bulundum. O ise İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğündeki görevine devam etti. İlk tanıştığımızda yayınlanmış birkaç kitabı vardı, ancak daha sonra üstün gayretleri sonucu kitaplarının sayısı oldukça arttı.  

 

M. ALTINSOY: Edebiyat merakı sizde ne zaman başladı? Edebiyatı nasıl seçtiniz?

M. USLU: Okuyup yazmayı öğrendiğim günden beri okumaya ve yazmaya merakım başladı desem yanlış söylemiş olmam. İlkokul 4. sınıfta şiir yazdığımı, yazdığım şiiri bir ağabeyimin beğenmeyip dalga geçtiğini hatırlıyorum. Ortaokul ve lise yıllarında mümkün olduğu kadar okuyup yazmaya çalıştım. Okuduklarımıza, demiryolu boyundan bulup düzelterek okuduğumuz gazeteler dâhil. O zamanlar bulunduğumuz köy veya ilçede kitaba ulaşmamız oldukça zordu. İlçemizde kitap satılan kırtasiye neredeyse yok. Halk Kütüphanesine gittiğinde memurdan fırça yemeye hazır ol. Hatta okulumuzun doğru düzgün bir kütüphanesi bile bulunmuyordu. Yazmaya gelince, yazıyorduk ama basit şeyler yazıyorduk sanırım. Bir de yol gösterenimiz, rehberlik yapanımız, destek olanımız yoktu. Hatta buna bazı öğretmenler de dâhil. Hafife alınmak, ilgilenilmemek, görmezden gelinmek, önemsenmemek, yanlış anlaşılmak… Deneme yanılma yoluyla ve el yordamıyla yazıp çalıştım. Özellikle lise yıllarında kendi gayretlerimle bazı dergiler ve kitaplar edindim. Mavera, Yönelişler, Aylık Dergi, Diriliş, Edebiyat, Yedi İklim, İktibas, Dergâh vd. bu dergilerden aklıma gelen bazıları. Devamlı takip ettiğim bir dergi yoktu ama tanıtım maksadıyla temin ettiğim güzel bir dergi arşivim vardı. Fakat köyden ayrıldıktan sonra soba tutuşturmak amacıyla kullanılmış bunlar (Hüzünlü bir yüz ifadesi). Sözün özü: Edebiyat merakımın okuma yazmayı öğrendiğim günden itibaren var olduğunu düşünüyorum. Sonra ortaokul yıllarında sembolik de olsa yayınevleri kurmuştum. İkinci veya üçüncü sınıf düzeyinde olabilir. Yaz tatillerinde defterlerin artan sayfalarını kesip el kadar 8-10 sayfalık kitaplar yapıyordum. İki yayın evi. Düz yazılar için İleri Yayınevi ve şiirler için Şiir Edebiyatı Yayınları (Gülümseme). Çocukluk işte. Bir de merak. 4-5 kitap yapmıştım böyle. Kitabın adı. Hazırlayan veya yazan Mustafa Uslu. En altta yayınevinin adı ve logosu. Ne güzeldi. Hepsini tükenmez kalemle yazıp yapıyordum. Keşke şimdi elimde olsalar…

M. ALTINSOY: Siz doğuştan yazmaya kitap yazmaya meraklıymışsınız…

 

M. USLU: Edebiyat okumayı nasıl seçtiğime gelince; lise ikinci sınıfın sonlarına doğru Şanlıurfa Birecikli Ömer Yaraşır adlı bir edebiyat öğretmenimiz geldi. İstanbul Üniversitesi mezunu. İlk öğretmenliği. Onun teşviki ve iyi örnekliği ile edebiyatı sevip edebiyat okumayı seçtim. Çünkü yazdığım yazıları beğenir, olumlu cümleler söyler, tavsiyelerde bulunur, teşvik de ederdi. Hatta bazı kompozisyonlarımı sınıfta okuttuğu olurdu. Muhtemelen onun ilgisi beni daha da isteklendirdi ve edebiyat okumayı seçmemde etkili oldu diye düşünüyorum. En son KKTC’de bir üniversitede profesördü. Emekli oldu.

M. ALTINSOY: Yazmakta zorlanıyor musunuz? Hangi vakitlerde yazmayı tercih ediyordunuz, yazmanın bir zamanı var mı?

M: USLU: Yazmak, bir eylem olarak kolay. Herkes yazabilir. Bunu edebi olarak düşündüğümüz zaman yazmak, oldukça zor. İyi bir altyapı, birikim, okuma, gözlem, kelime ve cümle bilgisi gerekiyor. Zaman zaman kolay yazdığım oluyor. Bazen basit bir konuyu toparlamakta bile bile zorlanıyorsunuz. Ara vermek, dinlemek, dinlenmek zorunda kalıyorsunuz. Günler geçiyor. İlham dedikleri şeyin gelip gelmemesiyle ilgili sanırım. Önceden daha çok gece vakitlerinde yazardım ama sonraları bu alışkanlık kaybolmaya başladı. Yaş, sağlık, iş, ruh hâli vd. konular süreci etkiliyor doğal olarak. Şimdi müsait zaman ve şartları beklemeden, özellikle sağda solda aldığım notlardan hareketle yazmaya çalışıyorum fırsat buldukça. Yazmayı iş edinen yazarların elbette yazmak için vakitleri, mekânları, hatta özel anlamda koltukları, sandalyeleri, masaları var. Bizim öyle zaman ve mekân alışkanlıklarımız oluşmadı henüz. Şimdi geçende bir arkadaş depremle ilgili bir hikâye veya roman yazmamı önerdi. İyi de benim oraya gitme, gözlem yapma, inceleme şansım yok ki. Bunun için imkân lazım, imkânlar lazım. O da bizde yok. Ortalıktan duyulanlarla bunu yapmak sağlıklı ve doğru olur mu?

M. ALTINSOY: Öğretmenliğin edebiyat üzerine etkisi var mı?

M: USLU: Öğretmenliğin veya edebiyat öğretmenliğinin doğrudan edebiyat üzerine ya da yazma üzerine etkili olduğunu düşünmüyorum. Faydası olabilir. Yazarlara şairlere baktığımızda pek çoğunun öğretmen ya da edebiyat öğretmeni olmadığını, hatta edebiyat eğitimi almadığını, farklı meslek gruplarından olduğunu görürüz. Necip Fazıl bankacı, Oğuz Atay mühendis, Kemal Tahir memur-gazeteci, Sezai Karakoç maliye müfettişi… Aklıma gelenler bunlar. Edebi anlamda yazmak; şarkı söylemek, resim yapmak gibi yetenek gerektiren bir durum. Her şiir yazan şair, her yazı yazan yazar olmuyor.

M. ALTINSOY: O zaman yazmak ilgi, çevre ve yetenek meselesi mi? Ya da insanın bir derdinin ve davasının olması mı gerekir?

M. USLU: Elbette yazmak yetenek, ilgi ve birikim meselesi. Yazmaya yazarsınız. Herkes yazabilir. Kalıcı olması yazdığınız yazının veya şiirin, verdiğiniz eserin niteliğine bağlı. Derdinin, davasının da olması gerekir ama her derdi, davası olan yazabilecek değil. Çünkü bazılarının sözlü anlatımı kuvvetlidir, bazılarının yazılı anlatımı. Konuşur, yazamaz veya yazar, konuşamaz. Yazmaya istekli olan kişi okuyacak, düşünecek, hayal kuracak, gözlemleyecek, ilgilenecek. Varsa bu alandaki yeteneğini geliştirecek. En iyi nasıl anlatabilirim düşüncesiyle kalemi eline alacak ya da klavyenin tuşlarına dokunacak.

M. ALTINSOY: Şu anda siz ne tür kitaplar okuyorsunuz?

M. USLU: Genelde olay öykülerini okumayı seviyorum. Romanlar ve biyografiler için de böyle. Tarih kitaplarına da ilgim var. Son okuduğum kitap Kan ve İman. Avrupa’daki ilk etnik temizliği anlatıyor. Matthew Carr yazmış. Endülüs’le ilgili. Oldukça hacimli. Bir de Yavuz Bülent Bakiler’in Arif Nihat Asya İhtişamı. O da güzel bir çalışma.

M. ALTINSOY: Okuyucularınıza hangi kitaplardan başlamasını tavsiye ediyorsunuz?

M. USLU: Biz; hikâye, roman, hatta masal kitaplarını yeterince okumadan düşünce kitaplarını okumaya başladık. Niçin? Gençlik dönemindeki nadirattan da olsa bazı büyüklerimizin telkinleriyle ya da elimize geçenlerle. Maalesef bu insanda yılgınlık meydana getiriyor. Okumadan uzaklaştırıyor. Konu, dil, üslup bakımlarından ağır içeriğe sahip kitaplar, insanı zorluyor.

M. ALTINSOY: Evet bizim de lise yıllarında daha çok ideoloji ve fikir kitapları elimize tutuşturdular. Klasikleri çok sonra fark ettik. İnsan okumaya nereden başlamalı?

M. USLU: Masal olur, öykü olur, roman olur, tarih olur, hatıra olur, küçük yaşlardan itibaren basit konulu kitaplardan başlayarak kademe kademe ilgi alanına giren kitaplara yönelmeli insan. Yoksa okuma alışkanlığı kazanmakta sorunlar olabiliyor.

M. ALTINSOY:  Yakında yeni bir eser var mı?

M. USLU: Pek çok çalışmam var. Ancak yazmaya teşvik eden, çalışmalarımı sonuçlandırmaya yönelten olumlu etkenlerin olduğunu veya yeterli olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle orijinal çalışmalar -ki ben öykü/hikâyeyi tercih etmiştim- yapmaya şimdilik ara verdim. Çünkü bu eserlerle ilgili bireysel bir okuyucu kitlesi oluşmadı. Malumata dair, didaktik kitaplar yazmaya çalışıyorum şimdilik. Biliyorsunuz bizim mahallede öldükten sonra kıymetleniyor insan veya yaptığınız iş, yazdığınız kitap. Birdenbire “inci dişli, hoş gülüşlü, badem gözlü, sırma saçlı” oluveriyorsunuz. En yakın çevre, dost ve arkadaş grubu için de bu böyle.  Her şeye rağmen, eser bırakmak adına yazmaya gayret edeceğim. Gönülleri, zihinleri bulandıranlara karşı -özellikle gençlerimizin- zihinlerini durulaştırmaya çalışacağım.

M. ALTINSOY: İnsanın öldükten sonra kıymetli olmaya başlaması ayrı bir olay ya da vefasızlık. Bir de yaşarken belli bir kesimin adamı olarak yüceltilen, hatta biraz da şişirilen yazarlar da oluyor.

M. USLU:  Maalesef aynen öyle. Söylediğiniz bu doğru cümlelerin üzerine başka söz söylemeyeceğim.

M. ALTINSOY: Günde kaç saat çalışıyorsunuz?

M. USLU:  Düzenli bir çalışma alışkanlığım yok. Özellikle son zamanlarda. Bu yüzden şu kadar saat çalışıyorum, okuyorum veya yazıyorum diyemeyeceğim. Gerekli gördüğüm zamanlar yazıyorum ya da yazdıklarımı okuyup geliştirerek düzenliyorum.

M. ALTINSOY: Yapılan fuarlarda kitaba gerekle ilgili görüyor musunuz?

M. USLU:  Düzenlenen kitap fuarlarında kitaba ilgi gösterme; yayınevine, kitaba ve yazara göre değişiyor. Yazarın bireysel bir okuyucu kitlesi oluştuysa ilgi fevkalade ama bu oluşmadıysa bireysel anlamda bir cazibesi yok. Ancak genel anlamda, alışveriş olmasa da insanların, özellikle çocukların kitabı, yazarı ve yayınevlerini görmesi, kitaba dokunması, yazarı görüp tanıması oldukça önemli. İlgi çekme, odaklanma söz konusu olabilir. Biz, hayatımızda kitabı öncelikli hale getiremedik. Fuarlara katılıp fuar alanında yemeye içmeye verdiği parayı, kitaba veremeyen, vermeye yanaşmayan, kıyamayan insanlarımız var hâlâ.

M. ALTINSOY: Fuar alanında yemeye içmeye verdiği parayı, kitaba veremeyen, vermeye yanaşmayan insanlardan bahsettiniz. Bunlar kitap alsalar da ya kadın ya da çocuk üzerine yazılmış kitapları mı alıyorlar sanki?

M. USLU: Evet, azımsanmayacak bir kesim dediğiniz gibi bu tür gelişim kitaplarına yöneliyor ya da bazı popüler konularda yazılmış kitaplar veya sizin ifadenizle bazı kesimlerce parlatılan, yüceltilen, hatta şişirilen yazarları tercih ediyorlar. Fuar alanlarındaki görüntüler de bunu gösteriyor.

M. ALTINSOY: Muhafazakâr camiada yayın dünyası nereye gidiyor?

M. USLU: Muhafazakâr camiaya mensup diyebileceğimiz yayınevlerinin çoğu belirli kitapların veya kitap türlerinin rüzgârıyla yayıncılığı sürdürüyor. Burada kendine daha çok kazandıracak türler ve kitapları önemsiyor. Onun dışında günümüz insanının okuyabileceği güncel yayınlar yeterince önemsenmiyor. Belki birkaç yayınevi bu konuda bir şeyler yapmaya çalışıyor ama genelde önemsenmiyor ya da gösterilen ilgi cılız kalıyor. Hatta bu tür kitapları yayınlamayı bırak, yeterince kâr edilemediğinden hareketle yerel veya ulusal fuarlara katılmaktan imtina edenler var. Oysa tanınırlığa, bilinirliğe, görünürlüğe, kısaca reklama da önem verilmeli değil mi?

M. ALTINSOY: Mustafa Hoca’m, gördüğüm kadarıyla kitaplarınızın sayısı çok ve muhtevası oldukça derin. Muhakkak kitapları bir kültür işlevi olarak kaleme alıyorsunuz ama kitabın bir maddi getirisi var mı?

M. USLU: Başta da söylediğim gibi bireysel bir okuyucu kitlesi oluşmayınca yazmanız ya da çok yazmanız önemli değil. Bin adet basılan ve yeterince tanıtılıp pazarlanmadığı için beş yılda satılamayan bir kitapla hangi getiriden söz edebilirsiniz. Günümüzde kitap satış ve pazarlama yöntemleri de çok değişik. Bazı meşhur yazarlar haricindeki yazarların, yayınevleri çok az kâr ettiği için, tatmin edici şekilde kazanç sağlamaları mümkün olmuyormuş. Öncelikli olarak burada yayınevinin kazanması gerekiyor. Doğal olarak bu böyle. Bunun yanında yayın dünyasında çok ilginç ve çeşitli telif ödeme şekilleri var. Neredeyse her yayınevinde farklı. Bunu yayıncılar kendi çıkarına göre belirleyip şekillendiriyor. Yazan kişiler ise, “dikili bir ağacım olmasa da basılı bir kitabım olsun” peşindeler. Aslında az olsa da ilgi gören kitapların resmi – özel kurumlarca destek görmesi yazar açısından oldukça teşvik edici olabilir. Daha nitelikli eserler ortaya çıkabilir. Muhtelif mensubiyetlere bağlı olarak istisnaları olsa da bu tür olumlu çalışmalar pek fazla görünmüyor. Malum, marifetler iltifatlara tabidir, demiş eskiler. Yazanlardan bu iltifat esirgenmemeli diye düşünüyorum. Sözün özü: Kitapların maddi getirisi kısmen vardır ama yeterli midir? Verilen emeğin karşılığı mıdır? Buna kafa yormak gerekir.

M. ALTINSOY: Kitaplarınızdan “Bahar Gelince” adlı uzun hikâyenizi büyük bir heyecan ve keyifle okumuştum. Bu tür çalışmalarınız devam edecek mi ya da oldukça orijinal bulduğum bu kitap gerekli ilgiyi gördü mü?

M. USLU: Bahar Gelince’yi bir belgeselden ve bazı yaşanmışlıklardan yola çıkarak kaleme almıştım. Burada okuyucuya, özellikle gençlerimize girişimcilik, buluş gücü, doğa sevgisi ve bilinci konusunda önemli mesajlar vermeye çalıştım. Günümüzde, hatta son 30-40 yıldır büyük çoğunluk okuyup memur olma peşinde. Girişimcilik ruhu ve buluş gücünün önemini kavratmakta zorlanıyoruz. Bu kitap bir öykü kitabı olsa da bu ruhu aşılamaya çalışan özelliğe sahip. Hatta geçen yıllarda Anadolu’da bir köy okulumuzda bu kitap öğrencilerimize okutuldu ve bir de ağaç dikme, özellikle meyve ağacı, projesi dikme projesi yapıldı. Bu çalışma, yerel ve ulusal medyada da yer aldı. Dedim ki bizim kitap patlama yapacak ama yapmadı, yapamadı. Kitapyurdu.com üzerinden bile bir hareket olmadı. İlginç değil mi? Oysa Fransız yazar Jean Giono’nun Ağaç Diken Adam’ı ile Amerikalı Yazar Emily T. Douglas’ın Elma Bahçeleri böyle mi? Kaç dile çevrildi? Kaç ülkede, ne kadar basıldı? Belli değil. Bizim ülkemizde bile defalarca baskısı yapılmış kitaplar bunlar. Bizim iki bin basılan Bahar Gelince, günümüzün popüler ifadesiyle tamamen yerli ve millî bir içeriğe sahip. Okuyanlar çok beğendi ancak maalesef genel anlamda gerekli ve yeterli ilgiyi bir türlü görmedi. Beş altı senedir hâlâ ilk baskıdayız. Tabi bu durumun tanıtımla, pazarlamayla, yayıneviyle, okuyucu kitlesiyle ilgisi olabilir.

M. ALTINSOY: Millî Eğitim’in hangi kademe ve projelerinde çalıştınız?

M. USLU: Ben bir öğretmenim. Liseyi bitirdikten sonra tercih ettiğim meslek, öğretmenlik oldu. Niye? Çünkü öğretmenliğin insanların yetişmesinde en işlevsel meslek olduğuna inandığım için. Sınavlar, zor bir öğrencilik süreci falan derken bölüm ikincisi olarak Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğinden mezun olduk. Aynı yıl öğretmenliğe başladık. Röportajın başında bahsettiğim edebiyat öğretmenim, benim ısrarla akademik kariyer yapmamı arzu ediyordu. Bunun için İstanbul’a gelip o dönemde, 90’lı yılların başında, arkadaşı olan Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün müdürü ile beni tanıştırdı. Hoca’mın “Yarın bir şeyler yazarsın, bir söz söyleresin. Mustafa Uslu olarak yazdığın yazı, söylediğin söz önemsenmeyebilir. İsminin başında bir Dr. ibaresi olursa önem kazanır.” dediğini çok iyi hatırlıyorum. Kendisi o sıralarda doktora için İstanbul’a gelip gidiyordu. Öğretmenim bunu söyledi ama bizi bu sırada görev yaptığım okuldaki müdür ve baş muavin, okul müdür yardımcısı olarak uygun gördüler. Disiplinlisin, titizsin, çalışkansın, gençsin, dinamiksin, önün açılır ifadeleriyle bizi ikna ettiler. Lakin referansın kibarcası torpilden hiç bahsetmediler. Bu ikna hareketinin ardından kendimi müsteşar yardımcısı gibi hissetmiştim (Gülümseme). Verilen o gazla biz, tamamen kendimizi bu göreve vakfettik. Akademik kariyer yapmayı unuttuk. Mesleki yönümüz de yavaş yavaş köreldi. Meğer ben, edebiyat öğretmenimin önerisini göz ardı ettiğim o ikna günü bu cephede savaşı kaybetmişim. Hayatın her safhasında insanın geniş ufuklu, iyi rehberlere ihtiyacı var. İhtiyaç var ama maalesef nitelikli rehber bulamıyorsunuz. Neyse biz yetiştirdiğimiz, öyle demeyeyim, yetişmesine katkı sağladığımız öğrencilerimizle teselli buluyoruz.

Çalışma faslına gelince, resmi kurumlarda öğretmen ve yönetici, özel okullarda öğretmen olarak görev yaptım. Bir ara İstanbul Valiliğinin yabancı öğrencilere hizmet veren bir birimde kültürel çalışmalara katkı sağladım. 2009 yılından itibaren İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak göreve başladım. Sizinle tanışıklığımız da zaten bu dönemde başladı. Çok sayıda orijinal çalışmada bulunduk diyebilirim. Bu çalışmaları en fazla bir elin parmakları sayısınca arkadaşlarla ortaya çıkardık, uyguladık. Rutin görevlerin dışında Kültür Bayrağı, Sosyal – Kültürel Etkinlikler El Kitabı, Güzel Türkçemizi Güzel Konuşalım, İstanbul Eğitim ve Kültür Dergisi, Bilgi ve Kitap Okuma yarışmaları, münazaralar ile öğretmenlerimize yönelik çalışmalar Kültür Bölümünden sorumlu olarak görev yaptığım dönemdeki çalışmaların birkaçıdır. Daha sonraları hâlâ Yeşilay tarafından sürdürülmekte olan “Sağlıklı Nesil, Sağlıklı Gelecek” projesi kapsamında yürütülen yarışma ve etkinlikler var. Bu projenin ilk içerik hazırlayıcısı ve isim babası olduğumu da söyleyeyim bu arada. Bunun yanında Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce uygulanan KTS (Kalite Takip Sistemi)’nin çıkış noktası ve ilham kaynağı bizim İstanbul’da yapıp uyguladığımız İstanbul İmam Hatip Okulları Bilgi Sistemi’dir. Yapıp uyguladığımız İmam Hatip Liseleri Bilim – Kültür – Sanat Günleri ve Öncü İmam Hatip Lisesi / Ortaokulu projelerinin okullarımıza büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Son olarak tüm okullarımızda ve her kademede uygulanan “Okul-veli iletişim ve işbirliğini güçlendirmeyi, çocuklarımızın eğitim ve gelişim süreçleriyle ilgili olarak velilerimizi bilgilendirmeyi amaçlayan” logosunu dahi kendim tasarımladığım Veli Akademileri bizzat yazıp uyguladığım bazı projelerdir. Pandemiye rağmen yılda iki milyon veliye ulaştığımızı hatırlıyorum… Bilenler bilir. Yaptıklarımızın birkaçı bunlar. Şimdilik hatırladıklarım. Yarın bunları da hatırlamayabilirim veya muhtemelen başkaları da hatırlanmayacaktır. Şimdilerde hatırlanmadığı gibi.

M. ALTINSOY: Devletin ücretsiz ders kitapları dağıtması kitap, kitapçı ve kültür dünyasını nasıl etkilemiştir?

M. USLU: Bu konuda yazmış olduğunuz bir yazı olduğunu hatırlıyorum. Orada her şeyi anlatmışsınız. İsraf, her yerde israftır. Diğer taraftan kitap-kırtasiye işi yapan esnaf tamamen yardımcı kaynaklara, oyuncağa, kırtasiyeye yönelmiştir. Ücretsiz dağıtılan ders kitaplarına karşı nitelik bakımından bir ön yargı vardır. Ne verirseniz verin ücretsiz verilen her şey değerinden kaybediyor. Kitap işi de böyle. Üzerinde uzunca değerlendirmeler yapılarak yeni uygulamalara gerek var.  İsraf önlenmelidir. Çocukları, gençleri uygun kültür kitaplarına yöneltebilmek için çalışmalar ihmal edilmemelidir.

M. ALTINSOY:  Sizinle yakın bir arkadaşlık sürecimiz oldu. Bu süreç zarfında sakin ve seçici biri olduğunuzu gördüm. Mustafa Uslu ismi mi fıtrata yansıyor, fıtrat mi isimlere yansıyor?

M. USLU: Rasim Özdenören de Ersin Nazif Gürdoğan da rahmetli Cahit Zarifoğlu’nu münzevi, yalnız, içine kapanık, kendi bildiği gibi yaşayan, ortalıkta görünmeyen, kalabalıkların önüne çıkmayan, kendini gösterme gereği duymayan, kendi dünyasında yaşayan birisi olarak niteler; fakat onun “üretken, düşünen, sürekli yeni projeler ortaya koyan prensip sahibi” kişiliğine vurgu yaparlar. Ben de kendimi öyle görüyorum desem doğru söylemiş olur muyum bilmiyorum. Mükemmeliyetçi diye nitelenirim ama öyle değil; tertipli, düzenli, titiz, fazlaca hassas bir kişiliğe sahip olduğumu düşünüyorum. Üretmeyi seviyorum. Bu çocukluk yıllarından beri böyle. Başkasının koyduğu kurallara uymak bana zor geliyor ama bu, benim kural dışı ve gelişigüzel yaşadığımı göstermez. Ben kendi koyduğum kurallara uygun olarak yaşamaktan ve bu bağlamda üretmekten büyük keyif alıyorum. Bunu beraber çalıştığımız insanlar anlama konusunda yeterince başarılı değil. İsim mi fıtrata yansıdı, fıtrat mı isme yansıdı? meselesine gelince bunu ben bilemiyorum. Allah bilir. Belki iyi bir gözlemci ve ruh dünyasından haberdar olan birileri de kısmen bilebilir. Neyse sözü fazla uzattık sanırım. Yunus’un mısralarıyla bu sohbeti sonlandıralım:

“Biz dünyadan gider olduk

Kalanlara selâm olsun

Bizim için hayır duâ

Kılanlara selâm olsun.

Ecel büke belimizi

Söyletmeye dilimizi

Hasta iken hâlimizi

Soranlara selâm olsun…”

M. ALTINSOY: Bize vakit ayırdınız. Teşekkür ederim. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Ülkemiz gençlerinin, edebiyat dünyasının geleceği için yeni çalışmalar ve eserler bekliyoruz.

M. USLU: Ben de çok teşekkür ederim.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Tüm Yazıları