TÜRKÇESİZ TABELALARLA TÜRKSÜZ TÜRKİYE’YE Mİ?
Aziz Türk milleti! Ellerin diline meftun bir hâle gelerek kendi köklerinden, kültürünün mihenk taşı olan Türkçenden vazgeçerek mi yüceleceksin?
Hatice Başkapan
haticebaskapan@hotmail.com -Sokaklar, sokaklarımız size de yabancı geliyor mu? Yürürken kendinizi ecnebi bir memlekette hissediyor musunuz? Yoksa yabancılığa aşinalığınız her şeyi normal mi göstermeye başladı? Korkuyorum son soruya “Evet!” demenizden. Kendi yurdumuzda, kendi cadde ve sokağımızda bize ait olmayan lisanların çarşaf çarşaf asıldığı bu felaketi hissedemeyecek kadar köreldi mi şuurlarımız?
Şimdi tutup dil-millet ilişkisini sorsalar saatlerce nutuk atar; dilin hem kültürün taşıyıcısı hem unsuru olduğunu, dil ile millî kimlik arasında güçlü bir bağın bulunduğunu söyleriz. Hatta tarihin dilini kaybettiği için kimliğini kaybeden, yok olup giden milletlerle dolu olduğuna dair misaller veririz. Böyle misallere rağmen kendi dilimizin, görklü Türkçemizin ahvalinden haberdar mıyız peki? Bu ahvalden ne kadar sorumlu hissediyoruz kendimizi?
Dilimizin hâlinden haberdar olmak için pek de yorulmamız gerekmiyor maalesef. Sokağımıza çıkıp başımızı kaldırmamız kâfi! Bakınca göreceğiz ki Türk dili, öz yurdunda gariptir. Türk milleti Erzurum gibi kadim bir Türk şehrinde bile kendini yabancı tabelalara maruz bırakmakta, bunu çağdaşlık zannetmekte; diline, kültürüne, yarınlarına ne kadar zarar verdiğinin farkına dahi varamamaktadır. Bu tabelaların bir kültür erozyonu olduğunu anlamak çok mu zordur?
Aziz Türk milleti! Ellerin diline meftun bir hâle gelerek kendi köklerinden, kültürünün mihenk taşı olan Türkçenden vazgeçerek mi yüceleceksin? Sen, pekâlâ biliyorsun ki “Dil bir milletin kültürünün temel unsuru ve onurudur. Ancak onurunu koruyabilen milletler dünyada ciddiye alınır.” (Sinanoğlu). Peki, dildeki yozlaşmamız bu kadar acı verici bir seviyede iken onurdan, ciddiye alınmaktan bahsedebilir miyiz?
Erol Güngör, “Yabancılaşma kelime manası itibarıyla ‘deli’ olma demektir.” diyor. Delirmeye koşuşumuz nedendir sahi? Değerli olmanın şifrelerini kendi köklerimizde değil de yabancıların gölgelerinde aramaya devam mı edeceğiz? Bilgelik, Türkçe kelimelerin arasına yerli yersiz İngilizce sözcükler serpiştirmek midir? Kalite, bir maddenin yahut onun isminin ithal edilmesiyle mi ilgilidir? Gazi Mustafa Kemal’in “Millî duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.” ifadelerinde bizler için hem uyarı hem sorumluluk vardır. İdrak etmeyecek miyiz?
Binlerce yıllık geçmişi olan bir dilin ne kadar güçlü, dayanıklı olduğu ve zamana uyumlanabildiği ortadayken, Türkçenin kelime türetme kapasitesi onu sonsuza taşıyabilecek durumdayken kendi kültürünün, medeniyetinin farkına varamamış nesillerin çoğalması, yabancı dillere duyulan hayranlık seviyesinin benlik kaybı noktasına çıkması ortada ciddi bir sorun olduğunu göstermiyor mu? Bu kanıların bir an önce değişmesi, milletimizin var olmak için ancak ve ancak köklerinden güç alabileceğini fark etmesi gerekmiyor mu? Aksi hâlde ağacın kökünü kurutup ondan meyve beklemek tarifsiz bir beyhudelik olmaz mı? Türk milletinin kökleriyle bağını kuran yegâne unsur Türkçeyken onu yerden yere vurmak, bu binlerce yıllık medeniyet diline reva mı?
Özelde Erzurum’un, genelde ülkemizin hemen her yerinde yabancı isimlerle iş yerlerinin bulunduğunu (Yetkililerin bunlara nasıl izin verdiğini aklım almıyor!) hatta bununla kıvanıldığını görüyoruz. Şüphesiz ki bu tablo karşısında kıvanç duymak İngiliz’in, Fransız’ın, Türk’e tahammülü olmayanların hakkıdır. Çünkü üzerinde Türk bayrağı dalgalanan bu topraklarda artık onların ses bayrakları dalgalanıyor. Üstelik bunun için zerrece çaba harcamadıklarını hepimiz biliyoruz. Bu gönüllü köleliğimiz hangi duygu karmaşamızın ürünü?
Ve sen, aziz Türk! söz konusu durumu düzeltmezsen Türkçen işgal edilir, milletin karanlık bir yokluğa sürüklenir. Unutma ki “Türkçe giderse Türkiye gider!”