Şair Olgun Albayrak M. Hanefi İspirli ile konuştu

Şiir gibi girelim söze. Madem şiir konuşacağız. İnsan kendini tanıyor mu ki tanıtabilsin? Al sana bir açmaz işte. Biraz melankoli, çokça yalnızlık…

Kültür Yayın: 06 Ağustos 2024 - Salı - Güncelleme: 06.08.2024 16:28:00
Editör - erzurummedya
Okuma Süresi: 12 dk.
3764 okunma
Google News

Şair Olgun Albayrak M. Hanefiİ İspirli ile konuştu

 

Dergimiz okurları için kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? M. Hanefi İspirli kimdir, nelerle uğraşmıştır, edebiyat sahnesinde hangi tür ürünlerle görünür olmuştur?

Şiir gibi girelim söze. Madem şiir konuşacağız. İnsan kendini tanıyor mu ki tanıtabilsin? Al sana bir açmaz işte. Biraz melankoli, çokça yalnızlık…

Kocaman iki asırdan; birinin son 30 yılına diğerinin sürgit devam eden yıllarına şahit olmuş, doğunun çocuklarından biriyim.

Erzurum, dünyaya ilk merhaba dediğim yer. Sonra bana göre tuhaf bir eğitim serüveni. Ruhumla hiç barışmayan teknik eğitim ve ardından edebiyat eğitimi…

70’li yılların ikinci yarısı… O zamanlar ilk mektep 5 yıldı. O mektebin beşinci yılında karaladıkları; öğretmeni Belkiye Haliloğlu tarafından bir çocuk dergisinde yer alması sağlanarak şiire bağlanan birisiyim işte.

Sonra sürgit bir serencam. Sadece bunları anlatsam küçük bir kitap çıkar ortaya. İşte şöyle söyleyeyim; ciddi ciddi şiirle uğraşmaya liseyi okuduğum yıllarda karar vermiştim. En azından öyle hatırlıyorum.

Şiir yazan arkadaşlarım olmaya başlamıştı. Dergiler alıyor, dergilere şiirler gönderiyorduk. Müsamerelerde Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nü okuyor; Sezai Karakoç’un daktilo ile yazılmış Mona Rosa şiirini mırıldanıyorduk. Yahya Kemal ile Sessiz Gemi’de yolculuk ediyorduk.

Bilmiyorum, edebiyat bir sahne mi; ama siz öyle demişsiniz madem; o sahnede şiirle görünür olduğum zannı var bende.

Erzurum’da “Palandöken” adlı 16 sayılık bir dergi maceranız olduğunu öğrendik. İnsanlarımızı yeterince dergi okuru yapabildik mi yoksa kendimiz çalıp kendimiz mi oynuyoruz bu sahada?

Geriye doğru bir yürüyüşle cevap vereyim. Kendimiz çalıp kendimiz oynamıyorduk… Duk diyorum, çünkü ben ve benim gibi yakından tanıdığım onlarca, ismini bildiğim yüzlerce şair dostum dergilerde yetişti. Hiçbir şey yapmadıysa bile dergiler bunu yaptı.

Bu çağın, bu linç ve tüketim çağının en büyük kötülüklerinden birisi de “yüzsüzlük” biliyor musunuz? İnsan, yani çağının tanığı olması gereken bu bireyin hafızasında hiçbir şeyin yüzü yok. İşte tam bu sebepten dergilerin de fazla bir anlamı yok. Bugün için o çalıp oynamadan belki bahis açılabilir.

Ve geleyim Palandöken’e… Palandöken, bana göre Anadolu dergiciliğinin son nefesiydi. Bunu, herkesle her ortamda konuşabilirim. Bizden sonra holdingler, şirketler, zenginler dergiciliği başladı. Dergi ve okurluğu modern bir enstrüman oldu. Tuhaf ama gerçek.

Palandöken Dergisi,  tek başına bir konferans, konuşma konusu. Sadece şunu söyleyeyim; yayımlanırken beş kişilik Yayın Kurulu’ndan üçü peş peşe vefat eden başka bir dergi var mı bilmiyorum?

İşte; Nazir Akalın, Hüseyin Alacatlı, Hasan Ali Kasır… Ah işte bak, hadi birer Fatiha ile analım…

Necip Fazıl Kısakürek, “Şair olacağım dedim ve oldum” diyor. Şair olmaya karar mı verilir, siz karar mı verdiniz? Kimsenin okumayacağını bilseniz bile yazar mıydınız?

Karar vererek şair olunamayacağına inanıyorum. Şairlik hamuru varsa serde, zaten şiire koşarsınız. Ben, Necip Fazıl’ın sözünü hep şöyle anladım; hayatımın merkezine şiiri koyacağım, şiirimi var edeceğim.. Falan filan. Öyle anlıyorum.

Şiiri birçok şeye benzetirim; mesela bunlardan biride saç, sakal, bıyık gibi düşünürüm. Eylem olarak ama. Yani şöyle; saçınız, sakalınız, bıyığınız çıkmıyorsa yapacak bir şeyiniz yoktur. Var ise, uzatır, kısaltır, şekil verirsiniz.

Şair olmaya değil ama şiir yazmaya, şiirle kalmaya karar verilir. Sonrasında şair olunur mu onu bilemem. Bu minval üzere baktığınızda; zaten kimse okumuyor ama ben ve birkaç aziz dostum ısrarla yazmaya devam ediyoruz.

Ne bileyim belki bir Hanifi bulurum diye…

Güzel şiirlerle ortaya çıkıp adını yeterince duyuramamış ve sonrasında batıp gitmiş nice yıldızlar var çevremizde ve edebiyat âleminde. Sizce kalıcılık nasıl gerçekleşir? Bunu sağlayan etmenler nelerdir?

Kalıcılıktan ne anladığımız da önemli?

 Mesela Genceli Nizami; acaba kalıcı olmak için mi yazmıştı ya da;  “tekellüm ettiğinde dili, dişi ve leb-i / biri akik biri inci biri mercan” diye şiirler söyleyen Babür Şah kalıcılık, meşhur olmak gibi bir kaygı çekmiş midir?

Döneminin bütün şairlerine meydan okuyan Galib Dede mesela; elli yılı göremeden yükünü toplayıp gidiyor. Ağabey bildiğim Sezai Karakoç. Hadi bakalım! Hangi kalıcılık kaygısı ile yazmıştır acaba?

Şunlar bunlar… Artırabiliriz örnekleri ama cevap vermeye çalışırsam; sarraf, elindeki madeni, kurgusu ile birleştirir ve sonrasını müşteriye bırakır. Müşteri onu çok beğenirse nesillere aktarır.

Yani demek istiyorum ki; kalıcı olmak, şair olmak için şiiri bilmek, şiir gibi yaşamak gerekiyor. Felsefeden, sosyolojiden, dinler tarihinden, maddeden, manadan anlamak lazım. Aşık olmak lazım.

“Lambada titreyen alev üşüyor” mu daha şiir, yoksa “dalda vardı üç kuş / taş attım kalmadı hiç kuş” mu daha şiir?

Urumeli hisarına oturup türkü tutturmuş diye kalıcı şair yapılanları da biliyoruz… Ya da gözleri kapalı İstanbul’u dinlediği için… Tabi burada başka bir parantez girer işin içine. Reklam ve topluma dayatmalar. İyi bir bestecinin elinde birçok metni kalıcı hale getirmek mümkün.

Şiirimizin klasik isimlerini ve ustalarını zaten biliyoruz. Günümüzde özellikle takip edilmesini önerdiğiniz beş ismi bizimle paylaşabilir misiniz?

Herkesin ustası kendine tabi. Kendine göre sebepleri vardır. Şiir öyledir. Bazı şiirlerin şairlerini bilmez şiiri sevenler.

Benim şairlerimi öyle beş isim ile sınırlamalı mıyım? Hadi deneyeyim… Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve Nazım Hikmet.

Teknolojik imkânlarla internet ve sosyal medyanın birleşmesi şiir sahnesine destursuz dalan binlerce ismi türetti bir anda. Bu durumu şiire ilgi olarak mı algılıyorsunuz ya da nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ah! Ahh! Yarama tuz oldu bu soru. Şiiri neredeyse kaybettiğimiz bu 21.asrın Don Kişotları o kadar çok ki… Sorunuzdan mülhem; destursuz dalıyorlar üzüm bağına. Ne salkım biliyorlar, ne koruk; nede bağın sahibini.

Tıpkı ruh dünyaları gibi kutuları üst üste yığar gibi kuleler yapar gibi tuhaf metinler var ediyorlar. Kimi, yürürken buluta tekme atıyor; kimi kendisini babasının doğurduğunu yazıyor, kimi salyangoz kabuğunda yaşadığını söylüyor. İlahir…

Ustalar birer birer ayak göçürdüğünden beri halimiz bu. Fiş ile priz buluştuğundan bu yana böyle. Ben onlara kablosu çekilince ölecekler gibi bakıyorum. Çağın silahını kuşanmış, güzel olan her şeyi yok ediyorlar. Ölümcül oluşlarının intikamını şiire kast ederek alıyorlar.

Düşünün, interneti kullanarak; bir mısra ondan, iki mısra bundan, dört mısra şundan çalıp alt alta getirerek kitaplı hale gelen kitapsızlar var. Şiir yarışmalarının birinde seçici kurul böyle şiire mükâfat vermiş. Komik duruyor değil mi? Aslında tam da çöküşün habercisi…

Sizce şiirimiz bugün hangi akımların ya da rüzgârların etkisindedir? Kendi şiirinizde böyle bir etkinin mevcudiyetini düşünüyor musunuz? Has şiir nasıl olmalıdır sizce?

Günümüzde şiir var mı ki akımı da olsun?

Rüzgâr var elbette. Bireysellik. Öyle, edebiyat kitaplarında yazıldığı şekilde ortada akım falan yok. Herkes kendi zurnasını öttürüyor. Aklınız alıyor mu? Kişinin yirmiden fazla şiir kitabı var… Ne yazdın kardeşim ya hu?!

Şiirden bahsediyoruz, hatıralarından değil. Ben kendime ait bir mısraının benzerini bile tekrar etmekten korkarken, üzerimize sağanak gibi yağan bu kitapsız kitaplıların yaptığı ne?

Kendi şiirimde hâlâ endişelerim var… Hatta, niye o kadar erken yayımlamış, kitaplaştırmışım diye hayıflanıyorum. Herhangi bir akımın içerisinde görünür mü bilmiyorum ama kendimi bir, iki diye anılan şiirin içerisinde görmüyorum.

İlla da bir şiir akımından bahset derseniz, şehir akımları var. Özellikle de 80 sonrasında. Şehirlerin şiir mahfilleri. İşte Maraş Şairleri, Kayseri Şairleri, Urfa şairleri, Erzurum, Trabzon…

Has, saf, öz; her neyse artık, bu şiirden kim ne anladıysa öyle yazdı, tanımladı ve kitaplara soktu. Yeni bir bakış açısı, açılım, tanımlama gerekiyor. Böylece yukarılarda söylediğim ve peşinde olduğum “şiir” pazar işportacılarının elinde ortalık malı olmayacak.

Nedir o? Net Şiir. Fazlalıkları atılmış, ilhamın üzerine yapım eklenmiş; yani işçilik falan işte. Musikisi ile, bütünlüğü ile, anlam derinliği ile, insanı yeniden ruhuna çağıran söyleyişi ile yeni bir şiir. Net Şiir.

Bu başlık altında bir çalışmam var, inşallah fikir değiştirme huyumu terk edersem; yakında yayımlamayı planlıyorum.  

Şu sıralar edebiyat âlemine katkı anlamında ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz? Bununla ilgili birtakım hedefleriniz de var mıdır?

Olgun kardeşim… Ben veya benim gibi Anadolu’da kalmayı seçmiş olanların edebiyata katkı yapmasına izin vermezler. Metropollerin, megapollerin ruhuna bürünmüş ağa beylerin üstten bakışlarını aşamayız biz. Hadi, kendi adıma söyleyeyim; ben aşamıyorum. Biz, Anadolu kasabaları gibi hâlâ caddemize, sokağımıza gelen beş kuruşluk şiir okuyucularının ağzının içine bakarak yaşıyoruz.

Birçok arkadaşım var Anadolu’da yaşayan. Net Şiir yazıyorlar, yazdıkları besteleniyor, şiirleri dilden dile dolaşıyor buna rağmen bazı mahfillerde onlara küçümseyen gözlerle bakıldığını görmüş biri olarak söylüyorum.

Gümüşhane'de Talat Ülker, Osman Hışıroğlu,  Elazığ'da Nazım Payam, Osmaniye'de Tayyip Atmaca, Trabzon'da Yaşar Bedri, Konya'da Vural Kaya, Ankara'da Şaban Abak ve Faruk Uysal, Eskişehir'de Burhan Sakallı, Tokat'ta Ali Bal, Niğde'de Mehmet Baş, İstanbul'da Nurettin Durman, Şakir Kurtulmuş, Özcan Ünlü, Erzurum'da H. Hadi Kadıoğlu, Tacettin Şimşek, Ziya Kibar, A.Nasır Kımışoğlu, Sedat Emrem gibi daha birçok isim benim özel takip ettiğim isimler.

Ödüller, ayinler, yortular, şölenler; bunlar zaten ahbap çavuş arasında. Bunlara kurumlar da dâhil. Bir örnek vereyim; Türkiye’de bir ilke imza attık Yusuf Kotan ile birlikte. “Hatıralardaki Erzurum” ismi ile iki kitapta; Erzurum’da yaşamış olanların hatıralarını derledik. Ya hu bir kurum veya kuruluş çıkıp ta iyi veya kötü yapmışsınız demedi.

Bunlara ek olarak, kendime göre bir şiir kurma gayretim devam ediyor. “Şairim” diyemiyorum. Üç şiir kitabına yakında bir dördüncüyü ekleyebilirsem ne mutlu bana.

Birde, “poetika” dediğimde “politika” anlayan alanı kapatmış angutlara inat; poetika ile yoğun şekilde iç içeyim. Yayımlayabilirsem hedef olarak bunu söyleyebilirim.

Bu söyleşimize edebiyatımızın bir emektarı olarak konuk olduğunuz için teşekkürlerimizi bildiririz. Son olarak neler söylemek istersiniz?

Bana, içimden geldiği gibi konuşma şansı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.

Şiirle kalın…

 

 

 

Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.