Yusuf Kotan edebiyatta 40.yılında M. Hanefi ile konuştu
Bana, edebiyatla iç içe geçen 40.yılımda bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.
Efendim, dünya yaklaşık bir yıldır, inanılmaz olaylara sahne oluyor. Savaşlar, kıtlıklar, kuraklıklar derken 2020 yılının hemen başlarında görülen Covid-19 salgını, bütün dünyayı etkisi altına aldı ve yüz binlerce insan ya hayatını kaybetti ya da bu salgın dolayısıyla ciddi şekilde manevi yara aldı. Bu dönem, insanoğlunun acizliğini ve çaresizliğini bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Küçük bir virüsün, dünyayı baştanbaşa etkisi altına alması, sadece sağlık sektörünü değil, ekonomiyi, kültürü, sanatı, edebiyatı ve daha nice alanı da olumsuz şekilde etkiledi. Bu salgın dönemi, ne zaman sona erer, onu henüz kimse bilmiyor. Ama bildiğimiz bir şey var ki artık insanlar, bu döneme bir şekilde ayak uydurdu ve bu durumla yaşamayı da istemeden de olsa kabul eder oldu.
Hüma dergisinin bu sayısında sizinle “Genç Şairler” üzerine biraz sohbet etmek istiyoruz. Çünkü gençlik yıllarınızdan itibaren şiirler yazdınız ve yazılar kaleme aldınız. O zaman soruma şöyle başlamak istiyorum.
Yazma merakınız nasıl başladı?
Yazmak bir merak değil ben de. Yani merak olarak başlamadı. Kendimi, yazarken buldum. Daha ilkokul okuyan bir çocuk, elinde kalem, o zamanlar öyle kolay kolay alamadığımız defter ve kâğıtlar arasında didiniyordu. Eğer bir şalter gerekiyorsa yazma serüvenime bu aklıma geliyor.
Niye, nasıl yazmaya başlamışım ki?
Senin sorunu görünce epey düşündüm bunun üzerinde. Bu, sadece bana ait bir şey mi, bütün şair ve yazarlar içinde mi geçerli? Onları bilemem tabi ama şu son yirmi yılda öyle tuhaf yazarlar, şairler türedi ki; onlar kesin meraktan yazıyorlardır.
Yani bak işte; edebiyatta, şiirde 40.yılımı yaşıyorum ama 40 cevap verebilirim bu soruya.
İlk şiirinizi ne zaman yazdınız ve bu şiir, ilk olarak nerede yayımlandı? Biraz geçmişe gidelim ve o günkü duygularınızı bizimle paylaşmanızı isteyelim.
İlk şiirimi ne zaman yazdım? Vay be diyorum geriye dönüp bakınca. Yusuf kardeşim, üzerinden tam 45 koca yıl geçmiş. İlkokul beşinci sınıf öğretmenimin “Erzurum’un kurtuluş günü olan 12 Mart konulu kim şiir yazacak?” demesiyle yazmışım o acayip şeyleri.
Öyle tabi… O ve onu takip eden birçok çalışma gibi çok uzun yıllar sonra yazdıklarımın şiir olmadığını anladığımda birçoğu zaten kaybolup gitmişti, kaydettiklerimi de ben kaybettim. Demem o ki, o yazdığım şey şiir olmasa da benim şiire ilk adımım oldu.
İlk şiir kitabınızı 1997 yılında “Bir Bardak Suda Kurulan Hayal” ismiyle çıkardınız. Neler hissettiniz, hangi duyguları yaşadınız? Özellikle de şiir yazan genç şairlerimiz için bu soru önemli. Neler paylaşmak istersiniz.
Evet! İlk şiir kitabım 1997 yılında “Bir Bardak Suda Kurulan Hayal” oldu. O yıllarda Türkiye’de çok güzel edebiyat, sanat dergileri çıkardı. Sağda da solda da… Kırağı’da bunlardan biriydi.
Kırağı’nın Genel Yayın Yönetmeni sevgili dostum Tayyip Atmaca bir proje ile derginin yanılmıyorsam 11 şairinin şiir kitaplarını peş peşe yayımladı. Hem de 1 kuruş para almadan. Her kitabın ayrı bir rengi vardı, hatta yazıları dâhi farklı basılmıştı. Ne güzel yıllardı onlar anlatamam.
Bana yaşattığı duyguyu anlamanın en kolay cevabı şu; 24 yıl olmuş hâlâ kitap peşinde koşuyorum…
Bildiğimiz kadarıyla yalnızca şiir değil, roman, deneme, derleme türlerinde de eserleriniz oldu. Ama sizi, daha çok şiirle biliyoruz. Bunun sebebi nedir? Neden özellikle de şiir türüne yöneldiniz?
Yani, ben kendimi hep şiir ile iç içe buldum. Şiir, bir ara hayatı anlama biçimim oldu. Etrafımda ki dostlarım şairler oldu, kitaplığımın gözdeleri şiir kitapları oldu, sevdiklerime şiirle seslendim, sabahlara kadar mısralar yazdım, sildim; kalemi kaldırıp duvara çarptım. Yeryüzünü şairlerin dili ile düzeltebileceğimize bile inandım.
Türküleri, sözleri ile sevdim. Şiirle baktım hayata; gözlerim şiirle doldu, anama sarılırken, babamın arkasından ağlarken dilimde şiir oldu.
Şiir, aslında yazılmaz; söylenir. Bir ucundan bir ucuna söyleyip dolandım coğrafyamızı..
Diğerleri, yani nesir olanlar; aslında okuyanlar bilir onlarda da şiir var. Yapabileceğimi görmek istedim biraz.
Size göre şair kimdir? Şiir yazan herkese şair diyebilir miyiz? Daha doğrusu şairlik bir Allah vergisi midir yoksa sonradan mı kazanılır? Neler söylemek istersiniz.
Ah Yusuf Kardeşim! Şair kim bilmiyorum işin doğrusu. Ama şiir yazan herkes şairdir elbette. Yani öyle diyorlar… Nüfusu kadar ‘şairi’ olan bir memlekette şair tanımı yapmak zor iş değil mi Azizim?
Adam, eline bir metin almış; pespaye bir metin hem de, çıkmış panayır meydanına okuyor. Salya sümük karışmış, boğumlu bir tonlama, ya da hançeresine yırtarcasına. Alkışlar gırla… Şimdi kalkıp buna şair değil dersen linç ederler değil mi?
“Şair olunmaz, şair doğulur” diye klasik bir cümle var. Ya da işte şiirin ilk mısraı Allah’tan sonrası şairdendir gibi benzetmeler. Böyle üst üste onlarca bakış açısı, anlayışı örnek verebiliriz bu soruya.
Lakin ben 45 yıldır şiirle uğraşmış biri olarak şunu söylemeden geçmeyeyim. Şair, kendini bilendir; şiir Rabbini giden bir metindir. Diğeri laf-i güzaftır.
Biraz daha derine inmek istiyorum. Bir şair olarak devamlı yazanlardan mısınız yoksa yazarken dertlenenlerden misiniz?
Devamlı yazmayı bırakalı yıllar oldu. Ortalama 10 yılda bir şiir kitabı yayımlamışım. Şu sıralar tamamlaya gayret ettiğim kitapla (nasip olur çıkarsa) dört olacak ve sanırım artık tamam olacak.
Peki, şiiriniz hangi kaynaklardan beslenir? Hangi isimler sizi etkiledi? Etkilemeye devam eden şairler var mı?
Benim temsil ettiğim nesil, kafası karmakarışık bir nesil. Öyle şeyler yaşadık ki; anlatmaya zaman bulamadan birer birer terk-i dünya ediyoruz.
Şiirim elbette ki kendi coğrafyam başta olmak üzere, yeryüzünde ki acılardan; aşklardan; yer ile gök arasında ki donanmışlıktan beslendi. Kendi medeniyetimin kaynaklarından en evvele beslendi. Erzurum’un Sanayi Mahallesi’ndeki 7 çocuklu inşaat ustasının yaşadıklarından tut, Afrika’nın orta yerinde derisinin renginden dolayı bıçaklanan güzel insandan beslendi.
Vahşi uygarlığını kan, gözyaşı, acı üzerine inşa eden yenidünyanın kurucu ve yok edicilerinin yeryüzüne yaptıklarından ve yapacaklarından beslendi beslenmeye devam ediyor.
İşte bütün bu açı açıklığında yaşadıklarıma bakınca o yüzden kafamız karışık diyorum.
İlk gençlik yıllarımda okuduğum her şairden etkileniyordum. Arayışım vardı çünkü. Yıllar ilerledikçe kendi şiirimi kurmaya başladıkça onlardan uzaklaştım. Ne kadar etkilendim? Türk şiirinin birçok büyük isminin Fransız şiirinden, İngiliz şiirinden ve diğerlerinden etkilendiği kadar etkilenmediğimi rahatça söyleyebilirim.
Bir tane isim var; keşke etkilenseydim diye önemsediğim; Sezai Karakoç
Uzun yıllardan beri gençlerle birliktesiniz. Onlarca genç, elinizde yetişti ve yetişmeye de devam ediyor. “Gençlik” deyince neler söylemek istersiniz?
Gençlik dediğinde kendi büyük kaybım aklıma geliyor tabi. (Gülüşüyoruz) Sonra şimdi ile karşılaştırıyorum; bunların imkânları bizde bizim enerjimiz bunlarda olsaydı dünyanın akışı değişirdi diye düşünüyorum.
Gençler kapınızı çaldığında yani eserlerini sizinle paylaşmak istediğinde veya fikrinizi almak istedikleri zaman kendinizi nasıl hissediyorsunuz?
Yani bu gençler artık el ayak göçürmeye başladılar üzülerek seyrediyorum. Çünkü bilen, tecrübeli olan birilerine ihtiyaç duymuyorlar. Hatta iş öyle bir otomasyona bağlanmış ki; internetten bin şiir arasından elli altmış şiir seçip üzerinde biraz oynayarak, “bin liraya kitabınızı yayınlıyoruz” diye yırtınan tüccarlar tarafından da baskısı yapılıp şairler arasına katılan o kadar çok kitap sahibi var ki…
Durum böyle olanca da eserlerini gerçekten bizimle paylaşmak isteyenlerin sayısı gittikçe azalıyor.
Peki, şiire ilgi duyan genç şairlere yönelik tavsiyeleriniz nelerdir?
Şiire ilgi duymak şiir yazmayı gerektirmez. Şair olmak istiyorum demekle de şair olunmaz; bana mizahi bir durum gibi geliyor bu. Şiir, bütün sanatların üstündedir. Önündedir…
Ha şunu soruyorsan söyleyeyim; şiir mayası olan gençlere tavsiyeniz ne?
Bunun cevabı çok uzun tabi. Kısaca şunları söyleyebilirim. Bol bol okumalar yapsınlar. Kendi medeniyetlerinden başlayarak; batıyı, doğuyu iyice öğrensinler. Şiir değil şairleri okusunlar. En önemlisi tabi, çalmasınlar. Bu, yakın bir gelecekte şiirimizi öldürecek.
Peki, gençlere şuradan başlayın, şunları okuyun dediğiniz bir listeniz var mı?
Liste olması taraftarı değilim aslında. Sadece şunu söyleyeyim; bir süre karma okumalar yaptıktan sonra mutlaka kendilerine seslenen bir alanı seçip oraya yoğunlaşsınlar. Okunacak çok kitap var ama o kadar ömür yok. Sonra da benim gibi oturup; şuna da bitireyim, bunu da bitireyim telaşı ile aşure yaparlar. (Yine gülüşüyoruz)
Özetle şunu demek istiyorum; şu klasik yaklaşım var ya; “Okunması gereken 100 roman, 100 şair, 100 klasik” falan. Bunlara sakın takılmasınlar. Kendi klasikleri, kendi romanları, şairleri yani kendi kitap listeleri olsun.
Yani kendileri olsunlar.
Hocam son olarak şunu sormak istiyorum. Hüma dergisinin okuyucularına bir mesajınız olacak mı?
Hüma dergisi, büyük umutlarla değil ama tatlı umutlarla başladı yayım hayatına. İlk sayıda ki senin heyecanını hatırlıyorum mesela… Güzeldi, hayat doluydu.
Dergicilik zordu, bu internet dünyası ile neredeyse yaşatılamaz hale geldi.
Yürümesi gerek ama insanların daha önemli işleri var. Tik-Toklar, facebooklar, twitterler bilmem nelerde üç beş cümlelik böyük yazarlar var artık. Dergi, onların ihtiyaçlarına cevap vermiyor. Sadece aralardan cımbızladıkları cümlelere kendi ismini yazan tuhaf bir nesile malzeme oluyor sanki.
Her şeye rağmen Hüma’nın yükseklerde dolaştığına inananların olduğunu bilmek isteyerek onlara selam gönderiyorum.
Bana, edebiyatla iç içe geçen 40.yılımda bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.